“Bundan çok uzun zaman önce iki komutan vardı birbirileri ile sürekli savaşırlardı. Kesin bir galibin olmadığı savaşlarda yenilgiye yaklaşan taraf mağlubiyetini kabullenerek karşıdaki komutana zaferi için bir şiir yazardı. Bu onun ona olan övgüsüydü. Ve komutanlar bu işi çok önemsedikleri için askerlerine de savaş aralarında talimlerden sonra şiir yazmalarını isterlerdi. Hangi ordunun askeri idi ya da adı neydi hatırlamıyorum ama bir askerin kelimelerle arası iyi değildi. Komutanı şiir yazmasını istediğinde doğru dürüst bir şey yazamıyordu. Komutanı ona “ Kılıcı çok iyi kullanabilirsin ancak kelimelerini de kılıcın gibi kullanamazsan asla usta olamazsın” demişti. Kılıç bir sanatçının elinde daha keskin olacaktır.”
“Güzel hikaye ama bunun konumuzla ne ilgisi var?” diye sordu deli. “Ayrıca sen kimsin?” Onun kim olduğu önemli değil diye cevap verdim. Esas önemli olan kelimeler. Konuşabilmek. Elinizden kelimelerinizin alındığını düşünün. Derdinizi anlatamadığınızı. İçinizdeki seslerin bir süre sonra sizin boğazınıza yapışıp yavaş yavaş sıkmaya başladığını göreceksiniz. Bunu bağırıp çağıran çifte bakarken dinlemek gerçekten acayip oldu biliyorum ama onun tarzı bu diye ekledim delinin anlamsız bakışları üzerine.
Asıl konu şu ki karşımdaki kavgacı çift o zaman kadar içlerinde tuttukları ne varsa gözlerimin önünde birbirilerinin üzerine bir anda döküvermişlerdi. Kendi boğazlarını sıkan elleri artık birbirilerinin boğazına götürmüşlerdi. “O kadar söze rağmen hala içlerinde dökemedikleri onları boğmaya devam etmekte” diyordu ihtiyar. “Bazen o kelimelerin dökülmemesi daha iyidir. Çünkü o sözlerin açacağı yaralar belki de iyileşemeyecek. Anlattığımı dinlemediniz mi? Kelimeleri kılıç gibi kullanmak hakkında” “Bu şey beni korkutmaya başladı” diye usulca fısıldadı deli. “Korkuyu bir kenara bırak da dediğinde haklı değil mi?” dedim. Evet dediklerinde haklıydı.” Bu ikisi için nasıl farklı bir durum oluşabilirdi? “ Konuşmak için doğru zaman ve doğru kelimeler lazımdır. Belli ki konuşulması gerekenler zamanında konuşulmadığı için şimdi bu haldeler.
Artık insanlar dinlemeden konuşmaya başladılar ve bunu öylesine yanlış zamanda yapıyorlar ki sonuçta hem kendilerini hem karşılarındakileri yaralıyorlar. Bu gerçek bir aceminin eline kılıç vermek gibi “Konuşmasını bilmeyene kelimeler vermek”. “Peki sen?” diye sordu deli “O henüz daha usta değil sadece doğaçlama yapıyor, başkalarını yaralamamak için kendini yaralayıp duruyor. İkinize de karşıdakilerin boğazındaki elleri gösteriyor ancak kendi boğazındaki elleri göstermiyor. O sebeple benim için karşıdaki ikiliden pek bir farkı yok” Haklısın ama bu benim seçimim diye cevap veriyorum. “Kendine zarar vermeyi seçmenin neresi doğru?” Açıkçası bu sözler üzerine tıkandığımı söylemem gerek. “Kelimeleri kullanmak ustalık ister bunu öğrendin ancak öğrendiğini kullanmadığın sürece nasıl usta olabilirsin, senin yaptığın ressamın yapacağı resmi hayal edip tabloya dökmemesi gibi, ne yapacağını biliyorsun ama yapmıyorsun” “Ondan bir anda değişmesini beklemek anlamsız değil mi?” diye soruyor ihtiyar. “Bu sefer onun yerine sen mi mazeret üretiyorsun? Ben ondan bir anda değişmesini zaten beklemiyorum çünkü çoğu değişim bir anda olmaz. Sadece bu yolda adım atmalı”
“Tamam katılıyorum ama benim hala anlamadığım sen kimsin?” diye araya giriyor deli. Kısa bir sessizliğin ardından geceye bakan gözlerimi çevirip gülümseyerek deliye “O benim ustam” diyorum…
Çağrı SEFEROĞLU